DİKKAT!

DİKKAT: Bloga girilmiş çoğu yazı ya çocuklukta yaşanmış cinsel istismar ve tecavüzle ya da ergenlik ve/veya yetişkinlikte yaşanmış tecavüz, cinsel saldırıyla ilgilidir. Bu tür yazıları okurken yaşadığınız olayı/olayları zihninizde tekrar yaşayabilirsiniz. Eski korku ve kaygılarınız yüzeye çıkabilir. Her hangi bir şeyle (ses, görüntü, koku, dokunma, tat) olayla, olaylarla ilgili anılarınız tetiklenebilir, geriye dönüşler (flashback) yaşayabilirsiniz. Böyle durumlarda okumayı bırakmanız, ihtiyaç duyduğunuzda, gücünüzü toplayınca tekrar okmanız iyi olabilir.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Pandoranın Açılan Saçılan Kutusu

Aligül, 27 Kasım 2011

1

Eş zamanlı üç şey oldu. Birincisi; bir kadına duyduğum hislerin karşılığının olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Benden hoşlanıyor muydu, hoşlanmıyor muydu? Geçmişte de kadınlara âşık oldum, çoğunda da bana karşı bir şey hissetmedikleri cevabını aldım. Üzüldüm. Bir süre sonra hislerim geçti, bazıları arkadaşım, dostum olarak hayatımda yer almaya devam ettiler. Ret edilmek, zorlandığım ama nasıl başa çıkacağımı bildiğim bir şeydi.

İkincisi; bir süredir yapmayı bıraktığım cinsel istismar üzerine çevirileri yeniden yapmaya başlamıştım. Beni etkilemeyeceğini düşündüğüm bir metindi, “benim anne-oğul ensest hikâyem.”

Her zaman, bir şekilde başa çıkabildiğim durumdan daha karmaşık bir duruma girdim. Kafamın içinde “benden hoşlanmıyor” ile başlayan cümleye “beni sevmiyor”, “kimse beni sevmiyor”, “neden beni kimse sevmiyor” cümleleri eklendi. Yaşadıklarımı mantıklı bir çerçeve oturtmak, bir sıralamaya sokmak hala zor. Sanki elimle tutabileceğim kadar kesif bir sise girdim. İnsanlarla görüşüyorum, ama onları duyamıyorum, kendimi veremiyorum. Sanki düşüncelerimin içinde hapsoldum. Büyüyen bir panik ve korku benliğimi sardı. Dipten, geçmişten gürül, gürül geliyordu, bunu hissediyordum.

Çeviriye devam ediyordum. Bir cümleyle karşılaştım, “beş yaşından sonra annem beni vücuduyla tanıştırdı” diyordu.

Üçüncüsü: gözümün önünden gitmeyen halamın kızı Yasemin’in yüzü ve ismiydi. Devamlı aklımdaydı. Buna bir anlam veremiyordum. Sadece 2009’da, oğlunun sünnet yemeğinde görmüştüm. (Babam, beni, başkalarına benim yokluğumu açıklayamayacağı için çağırmıştı.) Bunun dışında hiçbir iletişimim olmadı. Nerden geldi ki aklıma ve neden gözümün önünden gitmiyordu?

Geçmişten geldiğini hissettiğim duygular korkutmaya devam ediyordu. İçgüdüsel olarak, arkasından intihar düşüncesinin gelmesinden korkuyordum. On altı sene önce benzer bir şey yaşadığımı ve intihar girişimiyle sonuçlandığını hatırlıyordum. O kadar dibe inmek istemiyordum, çıkamayacağımdan korkuyordum.

Kendimi kontrol etmeye çalışıyordum. Hissettiklerimi, korkularımı etrafımdaki arkadaşlarımla paylaşıyordum. İçki içmiyordum. Arkadaşlarımın evinde kalıyor, geceleri yalnız kalmamaya çalışıyordum. Arada kendimi iyi hissettireceğini bildiğim ne varsa yapıyordum. İnternette, daha önce bulduğum ve çokça yararlandığım siteye tekrar girdim. “Değersizlik” kelimesini aratınca forumda bir cümleyle karşılaştım ve hemen Türkçeye çevirdim. Tamamen yaşadığımı anlatıyordu, “çocukluğumdan yetişkinliğime kadar hissettiğim bütün o reddedilme ve değersizlik, kesinkes sevilmediğim ve istenmediğim inancı ve hissi canlı bir sinema filmi gibi geri geldi ve nasıl kapatacağımı bilmiyorum.”

Yine de başımı yastığa koyduğumda kırık bir plak gibi düşünceler dönmeye devam ediyordu. Sabaha karşı, hala uyanıktım. Neden Yasemin’in görüntüsünü gözümün önünden gitmediğini bulmaya çalışıyordum. Çevirideki cümleyi hatırladım, sonra da neden Yasemin’i hatırladığımı. Dehşete düştüm. Zaten uyuyamıyordum, kalktım hatırladıklarımı yazmaya çalıştım. Ağlayarak, bir buçuk saatte yazdım.

2

“beş yaşından sonra annem beni vücuduyla tanıştırdı.”

Halamın kızı Yasemin, benden 15 yaş büyüktü. O olay, tam tarihi hatırlamıyorum ama ben on iki veya on üç yaşındayken, onların Caddebostan’daki evlerindeyken olmuştu. Daha Bostancı’ya taşınmamıştık.

Halamlar önceleri Ankara’da otururlardı, sonra İstanbul’a, bizim evin çok yakınına taşındılar. Benim ikinci evim de orasıydı. Onlara gider kalırdım. Yasemin’in bir de üç yaş küçük kız kardeşi Nilüfer vardı. İkisi aynı odada, farklı yataklarda uyurlardı. Çoğu zaman Nilüfer veya Yaseminle yatardım. Bir gün yine Yasemin’le aynı yatakta yatıyorduk. O bana sokulmuş üşüyen ayaklarını ayaklarıma dolayarak ısıtıyordu. “Ne kadar sıcaksın” diyordu. Benim ayaklarımı üşütüyordu. Elimi tutuyor, bana sarılıyordu.  O bunu hep yapardı. Arada bir kardeşlik duygusu vardı. Elim onun göğüslerindeydi, ben mi koydum elimi, o mu elimi aldı koydu oraya orasını hatırlamıyorum. Her şey çok karmaşık ve bulanıktı. Okşuyordum. “Bundan hoşlanıyorsun değil mi?” diye sordu. “Evet” dediğimi hatırlıyorum.

“Bundan hoşlanıyorsun değil mi” öyle farklı şekilde sormuştu ki “yanlış bir şey yaptım” hissine kapıldım. Utandım. Yapmamam gereken bir şeyi yaptığımı düşündüm. Birkaç sene öncesinde, tanımadığım bir adamın cinsel tacizine uğramıştım ve zaten utanıyordum. Ergenliğe girmiştim. Kadın bedeninin beni heyecanlandırdığını fiziksel ve duygusal olarak fark ediyordum ama bilinçli bir şekilde değil.

Bu olayı taciz olarak kodlamamışım. Belki de sadece yakın bir akrabam olduğu içindir. Ya da çok “masum” hareketler arasına karıştırıldığı içindir. Yasemin yirmi yedi yaşındaydı, ben 12 veya 13 yaşındaydım. Onun hayatla ilgili bilgisi benden fazlaydı ve benim yönelimimi fark etmişti. Bence, kadın bedenine olan arzusunu (o çok gizli arzusunu) benim üzerimden, benim eşcinselliğimi aşağılayarak (beni bu şekilde hissettiğim için utandırarak) yaşamaya çalıştı. Benim hislerimi, cinselliğimi manipüle etti. Çevirideki o cümle tüm devrelerimi yaktı; kesinlikle tacizdi, istismardı.

Bu olay hani nerdeyse bilinçaltımdan koptu geldi. Hatırladıklarımdan sonra ilk tepkim savunmaya geçmek oldu. Ben mi ona dokundum acaba? Ona arzu duyuyor muydum? Bunları araştırmaya başladım. Kendimi suçlamaya dönük araştırmalardı bunlar. Fakat cinsel istismara uğrayan çocuklar hakkında yazılan metinlerde, çocukların cinsellik hakkındaki davranışlarının ve algılarının yetişkinlerinki kadar net olmadığı yazıyordu. Dolayısıyla bir “rıza” aramak gereksizdi. Yasemin’in rızası yoktuysa da bu şekilde davranması gerekmiyordu. Başka şekillerde, beni kırmadan, kötü hissettirmeden de bir şeyler diyebilirdi, davranabilirdi.


3

Sonrasında, bir gece, uykuyla uyanıklık arasında, canlı bir filmden farksız bir rüya gördüm. Genelde rüyalarımı bu kadar detaylı hatırlamam. Sabah hala capcanlı olarak hafızamdaydı.

Büyük bir gemideyim. Gece. Karanlık. Birden yukarıda, aydan çok daha büyük, parlak, beyaz bir ışık beliriyor. Güven veren bir aydınlık. Yavaşça alçalıyor. Bir uzay gemisiymiş. İniyor. Bana zarar vereceğini düşündüğüm anda bir fırtına çıkıyor. Birdenbire kendimi denizde ve hatta karanlıkta buluyorum. Gemi yok. Hiçbir şey yok. Sadece karanlık var. Karanlıkta dibe doğru iniyorum. Bir süre daha inmeye devam ettim. Birden dört atlı kovboy çıkageliyor. Birincisi sol elimden, ikincisi sağ elimden, üçüncüsü sol ayağımdan, sonuncusu da sağ ayağımdan tutuyor. Popom yere yakın ve ellerimle ayaklarımdan tutulmuş, götürülüyorum. Kurtulduğumu düşünüyorum. Hemen çocuğu merak ediyorum. Bakıyorum. Kovboylardan birinin arkasına oturmuş çizgi film kahramanı çocuğu görüyorum. Aydınlıkta. Rahatlıyorum.

Okuduğum çizgi romanda uzaylıların olduğunu, çizgi film ve kovboy filmlerini çocukluğumdan beri sevdiğimi bir kenara koyarsak bu rüya, bilinçaltımın su üstüne çıkıp saçıldığını gösteriyor. Çocukluğum aydınlığa çıktı. Tam bir bilinçaltı detoksu oldu. Safralar atıldı. Tabii ki sarsıntısı devam ediyor ama azaldı, daha da azalacak. Hatırlamak başlangıçta acıtıyor ama etkisi eskiden olduğu gibi kuvvetli olmuyor.