DİKKAT!

DİKKAT: Bloga girilmiş çoğu yazı ya çocuklukta yaşanmış cinsel istismar ve tecavüzle ya da ergenlik ve/veya yetişkinlikte yaşanmış tecavüz, cinsel saldırıyla ilgilidir. Bu tür yazıları okurken yaşadığınız olayı/olayları zihninizde tekrar yaşayabilirsiniz. Eski korku ve kaygılarınız yüzeye çıkabilir. Her hangi bir şeyle (ses, görüntü, koku, dokunma, tat) olayla, olaylarla ilgili anılarınız tetiklenebilir, geriye dönüşler (flashback) yaşayabilirsiniz. Böyle durumlarda okumayı bırakmanız, ihtiyaç duyduğunuzda, gücünüzü toplayınca tekrar okmanız iyi olabilir.

28 Nisan 2012 Cumartesi

kent taç dis! (buna dokunamazsın!)

Aligül, 25 Ekim 2011

Son zamanlarda hem deneyimlerim hem de terapi kitabı beni “dokunmak” ve “dokunulmak” üzerine düşünmeye sevk etti. Kimlere dokunuyorum? Kimlerin bana dokunmasına izin veriyorum? Hangi hislerle dokunuyorum? Bir sürü soru geliyor aklıma. Dokunmak beş duyu organından biri olarak tanımlanıyor. Fil hafızası diye buna derler işte, nerden hatırladıysam! Trans olmak, kadınlardan hoşlanıyor olmam ve çocukluğumda yaşadığım birkaç travma bedenimle ve başka bedenlerle olan ilişkimi tamamen değiştirmiş. Tabii ki hep aynı kalmıyorum. Kimse kalmıyor, hepimiz bir değişimin devinimin içindeyiz. Benim hayatımda da toslayıp durduğum duvarlar alçalıyor, canımı acıtan olaylar etkilerini yitiriyorlar.

Bugünden geçmişe bakınca bunların neredeyse eş zamanlı ya da birkaç sene arayla olmuş olaylar olduğunu görüyorum. Onları yaşarken zamanın pek geçmediğini hatırlıyorum, şu anki ise sadece zamanın aldatmacası. Beşle yedi yaş arası o kısacık mutlu zamanı erkek çocuğu olarak geçirdim. Evde ve sokakta kimseyle çok fazla sorunum yoktu, kendimdim. Okula başlamak belirgin bir değişiklik getirdi hayatıma, forma giymek zorundaydım, kurallar, dersler, başka çocuklar, kalabalık, kız çocukları, erkek çocukları… İlkokul ikide Berk ve Arda zorbaları sınıfın ortasında, sınıf kalabalıkken beni sıranın üstüne zorla çıkarıp oryantal yapmaya zorladıkları andan itibaren onlardan nefret ettim. Aradan bu kadar sene geçmesine rağmen hala isimlerini hatırlamam iyiye mi işaret bilemiyorum.  Durdurmak için bir şeyler yaptım ama işe yaramadı. Bu olay bana “kalabalık ortamlarda, etrafta tanıdık o kadar göz varken dans edememek” olarak geri döndü. Dans edilen ortamlarda bayağı bir insanı dans ederken seyrettim.

2004 yılında alkolün etkisiyle kendimi müziğe verebildiğimi, etrafımın farkına varmadan dans edebildiğimi keşfettim. Sonra, tanıdıklarımın olduğu, yargılamayacaklarını, zarar vermeyeceklerini bildiğim için güvende hissettiğim eğlence ortamlarında da kendimi dansa bırakabildiğimi fark ettim. Hatta birkaç kere alkolsüz, kendimin tamamen farkında olarak dans etmekten zevk aldım. Yıllar önce söyleseler inanamayacağım şeyler yapıyorum. Çok stres altındayken bedenim gevşesin diye dans ettiğim bile oluyor. Arada yine eski korkular kendini gösterebiliyor. Özellikle de özgüvenimin yerlerde olduğu zamanlarda etrafın bana nasıl baktığını çok kafama takmışsam fazla alkolden yerde sürünecek hale gelsem de bedenim taşa dönebiliyor. Bir başka zaman bakmışım yine arkadaşlarımla dans ediyorum.

Çocukluğumdan beri kendimde bir farklılık hissediyordum ama bunu anlamlandırmayı iki farklı zaman diliminde gerçekleştirdim. Biri kadınlara duygusal ve fiziksel çekim duyuyordum. Diğeri kendimi trans erkek olarak tanımlıyordum. Kesin tarifler koyamadığım o uzun yıllar içinde cinsel yönelimim ve cinsiyet kimliğim (bir başkasının gözünden kendimi “kadın” olarak tanımlayıp kadınlardan hoşlandım) dolayısıyla bedenimle ilişkim tam iletişimli olacakken O çok sevgili “çevrenin”, “ailemin” ve daha uzakta duran, belirsiz, büyük siluetin (toplum) etkisiyle bir ilişkisizliğe dönüştü.

On yaşındayken yazlıkta benden on küsur yaş büyük bir adamın  cinsel istismarına maruz kaldım. On yaşındaki bir çocuğun merakını kendi keyfi için kullandı. Bedenimde ve zihnimde duygusal iz bırakmış. İzler belirgin: kimseye güvenmemek, seksten korkmak, kimseye dokunamamak ve dokundurtmamak.

Dokunamamak ile ilgili ilk anım on yedi, on sekiz yaşlarındayken yakın bir kadın arkadaşım bana sarıldığında,  ona “sıkı sarılmadığım” için “neden rahat değilsin, bana hala güvenmiyor musun?” sorusuydu. Yok, ona karşı cinsel çekim filan hissetmiyordum, dolayısıyla cinsel yönelimle filan bir alakası yoktu. O zamanlar bayağı sert çerçeveli bir “yakın arkadaş” tarifim vardı bu yüzden biraz suçlu hissettim, biraz da kendi üzerime düşünmek zorunda kalacağım için umursamadım. “Sır” verebileceğime inandığım kişilere bile dokunmuyordum. Onları çok sayıdaki güven testlerinden geçirdikten sonra ancak elimi omzuna koyabiliyor, çekingence sarılabiliyordum.

Yakınlarda bir gün bayağı bir zamandır birçok şeyi paylaştığım arkadaş ortamındaki beş yaşındaki arkadaşıma onu özlediğimi söyledim ve sarıldım. Çocuk o kadar şaşırdı ki bir süre ağzı açık kaldı, sonra o da sarıldı. Onun şaşkınlığı beni kendime getirdi, ne kadar uzak durduğumu görünce ben de kendime şaşırdım. Bu olaydan sonra aramızdaki buzlar eridi, “Aligül’ün yanına oturacağım” demeye başladı. J Bu uzak durmanın etrafımda fazla çocuk olmaması gibi bir nedeninin olmamasının yanında biraz da çocuklarda kendi on yaşındaki halimi gördüğüm için uzak duruyor olabileceğimi düşündüm.

Kasım ayında “Beden atölyesi” adlı bir çalışmaya katıldım. Bu atölye dokunmak ve dokunulmak üzerineydi. Atölye sırasında, hem orada yeni tanıştığım hem de daha önceden tanıdığım kişilere dokunamadığımı, dokunmalarına izin vermek ve o sırada rahat olmak için ekstra zihin gücü harcadığımı ve aslında kimseye güvenmediğimi anladım.  O günden bugüne çok fazla şey değişmiş olmasa da bazı küçük değişimler yaşıyorum.

2007’den beri içinde geleneksel algıya göre “seks içermeyen” her türlü dokunmaya belli bir tanıma süresinden sonra kendimi açıyorum. Kolayca sarılıyorum, öpüyorum, elini tutuyorum, yaslanıyorum ve onun bunları yapmasına izin veriyorum. İlişkilerde insan faktörü var –haliyle-benim gibi dokunmakta zorlanan insanlarla bu süreç daha bir uzayabiliyor ama “dokunmatik” (dokunmak, dokunulmak konusunu farklı açılardan ele alan) arkadaşların varlığı ve onların pozitif enerjileri süreyi kısaltabiliyor. Olumlu örnek görmek, yaşamak kendi karanlığını aydınlatmanı sağlayacak araçları bulmanı sağlayabiliyor. Tabii bir de kendi yaşadıklarımla yüzleşip beni korkutan neyse onu elime alıp artık korkutmayan bir şeye dönüştürüp atmış olmamın ya da bu yolda önemli birkaç adım atmış olmamın da bu aydınlıkta payı var.

Bana dokunulduğunda hala tedirginlik, bağlantısızlık (bu duyguyu nasıl açıklayacağımı bilemiyorum) hissettiğim olabiliyor. Çoğu zaman karşılık vermem gerektiğini düşünüyorum, nasıl bir karşılık vereceğimi bilemiyorum. Geriliyorum. Bazen bu durum kimin dokunduğuna bağlı olarak değişebiliyor. Bazen de çok yakınımdaki kişiyle de olabiliyor. Bilemiyorum. Eskiye göre daha azaldığını söylemem lazım. Tam tezat gibi görünecek ama bazen de kendi içimde “dokunmak ve dokunulmak ihtiyacı duyduğumu” kabul ettiğimde insanlardan bana sarılmalarını isteyebiliyorum.

Kendi bedenime dokunmakla ilgili algımda da belirgin bir değişiklik var. Özellikle de mastürbasyon konusunda. On dört, ön beş yaşlarındayken kendi bedenime dokunmak bugüne oranla daha kolaydı. Ortaokuldayken mastürbasyonu keşfetmiştim. Biraz tedirgindim, bizim evde seks konuşulan bir şey değildi. Utanıyordum, endişeleniyordum ama haz aldığımı keşfedince koyverdim gitti.  Kendi vücudumun her parçasına memelerime, amıma, bacağıma, koluma, popoma artık neresi gelirse bir başka kadına dokunduğumu düşünerek dokunuyordum. Klitorisimin yerini biliyordum ama adını bilmiyordum. Zevk alıyordum.

Şimdiyse mastürbasyon yaparken sadece klitorisimi kullanıyorum, otuzbir çekiyorum. Bazen inik ve küçük dildomu takıyorum ve otuzbir çektiğimi hayal ediyorum. Vücudumda başka hiçbir yere dokunmuyorum. Seks ve mastürbasyon üzerine daha rahat konuşuyorum. Trans hassasiyeti mi, cinsel kimlik bozukluğu mu? Bilemiyorum.

Dokunmak ve dokunulmak üzerine yazarken bu konunun çok katmanlı olduğunu fark ettim. Seksle, toplumsal cinsiyetle, aileden ve çevreden edindiğim cinsel tabulardan da bahsetmem gerek. Bu bir başlangıç olsun.